Hayatınızda yeme-içme ritüelleri önemliyse ve tatilinizde yurt dışı seyahati yapma imkanınız varsa, Yunanistan önemli ülkelerden biri haline geliyor. Özellikle deniz tatili yapmak isteyen pek çok kişinin Yunanistan’ı ziyaret ettiğini ya da ziyaret etmek için hazırlık yaptığını biliyorum. Evet yeme-içme kültürleri bize yakın.. Evet denizi şahane.. Evet bizim nadide tatil beldelerimiz kadar kalabalık ve fahiş fiyatlı değil.. Tüm bu unsurlar Yunanistan’ın cazip bir bölge olmasına ve merak uyandırmasına neden oluyor. Ancak benim bu yazıda bahsetmek istediğim muhteşem deniz ve deniz ürünleri değil. Yunanistan’ın deniz turizmi kadar tarih, mitoloji ve dağ turizmi de eşsiz diyebiliriz. Bu noktada biraz tarih, biraz mitoloji seviyorsanız, gözden biraz daha uzak olan Delphi’yi görmelisiniz.
Parnassos dağlarının yokuşunda bulunan Delphi benim için son derece mistik ve etkileyici mekanlardan biri. İlk ziyaretimi inanılmaz puslu bir havada gerçekleştirmiştim. Aynı mitolojik hikayede olduğu gibi, sanki taşların arasından kehanet gerçekleştirmeye neden olan dumanlar çıkıyor gibiydi. Sanki birazdan bir yerlerden kahin ortaya çıkacak ve gelecekle ilgili kehanetlerini dinleyecektim. Dünyanın merkezi sayılan, eşsiz bir noktadaydım.
Rivayet odur ki; dünyanın merkezini bulmak isteyen Zeus, dünyanın zıt uçlarına iki kartal gönderir. Bu kartallar Delphi’de birbirleriyle çarpışırlar. Böylece Zeus dünyanın merkezinin burası olduğuna karar verir ve “omphalos” adı verilen, “göbek” anlamına gelen büyük, yumurta şeklinde bir taşla bu noktaya damgasını vurur. Burada yerdeki yarıklardan mutluluk veren soğuk bir buhar çıkar. Yarığın hemen yanında ise üç ayaklı yüksek bir taburenin üzerinde kahin oturur ve bu buharı teneffüs ederek, sadece rahipler tarafından anlaşılabilecek sihirli kelimelerle kehanetlerini söyler. Bu kehanetler aslında yüce Apollo’nun sözleridir. (İzleyenler bilir, 300 Spartalı’nın meşhur sahnelerinden birinde de bu mitolojik sahne canlandırılmıştır).
Bir mekanı önemli kılan unsurlardan biri öyküdür. Öyküleri dinlediğinizde o mekanda soluduğunuz hava farklılaşır, olaylar gözünüzde canlandırır ve heyecan duyarsınız. Delphi de benim için böyle bir mekan işte. Ama sadece öyküleriyle değil, tamamlayıcı unsurlarıyla da önemli bir yer. Ziyaret edeceğim yerleri seçerken, önem verdiğim diğer konu tabii ki yeme-içme konusunda cazip seçeneklere sahip olması. Yunanistan’ın sevdiğim özelliklerinden biri, ister plaja gidin ister bir dağ köyüne muhteşem yemeklerin sunulduğu restoranlara rastlayabiliyorsunuz. Çekici olan ise bu muhteşemliğin son derece basit bir şeymiş gibi size sunulması. Abartılı bir sunumla değil, fahiş fiyatta değil, sadece olması gerektiği gibi..
Delphi’ye giderken içinden geçeceğiniz Arahova köyünde de böyle restoranlarla karşılaşacaksınız. Bu dağ köyündeki restoranlarda ağırlıklı olarak ızgara et yeniyor. Zaten köye girdiğinizde etrafa yayılmış olan ızgara et kokusu aç olmasanız bile sizi kendisine çekiyor. Mangal seven bir toplumun çocukları olduğumuz için, bu ortam doğal olarak sizi heyecanlandırıyor. Açıkçası burada yediğim ızgara etleri unutmakta zorlanıyorum. Izgara kuzu pirzola, limon soslu tencere kuzu ya da keçi eti, kokoreç ve tercih edenler için domuz ızgara… Bunların yanında haşlanmış otlar ve yunan salatası gibi klasikler zaten yunan sofralarının olmazsa olmazları. Çoğu restoranda sunulan lezzetli ev şaraplarını da unutmamak gerek. Tüm bu güzelliklerinin yanı sıra Arahova kış mevsiminde önemli bir kayak merkezi. Özellikle hafta sonu bu konuda çok ziyaret alıyor.
Mitoloji, yeme-içme, hem dinlence, hem eğlence… Bir mekandan daha fazla ne isteyebiliriz ki.. Ben çok keyif aldım, sizin de yolunuz düşerse keyif almanız dileğiyle…